Pages

19 December 2010

börek1


Eve Ayduş geliyor ve ağzına layık bir şey yok mu? O zaman hemen pratik, lezzetli bir börek hazırlayalım.
Önce yufkacımıza gidip 2 tane taze, günlük yufka alıyoruz (market yufkası kullanmıyoruz, çok sert oluyor). Yufkacımızdan lor da alıyoruz. Sonra evimize geldiğimizde yuvarlak tepsimize yağlı kağıdımızı, masamıza yufkalarımızı serip ikiye bölüyoruz. Lorun için maydanoz-dereotu da hoş bir alternatif- ve bir miktaz tuz koyuyoruz- bu karışıma işerleyen kısımlara L denilecektir. Bir kasede de yoğurt, süt ve biraz yağ koyup çırpıyoruz - bu karışıma işerleyen kısımlara K denilecektir.
Yarım yaprak yufkalara biraz K sürüp biraz L serptikten sonra kenarından başlayıp yuvarlıyoruz. İlk yufkamızı gül yapıp böreğin güzide ortası olması için tepsinin ortasına yerleştiriyoruz. Artından kıvırdığımız diğer yaprakları bu gülün ertafına sarıyoruz, sarıyoruz, sarıyoruz. Bu arada Ayduş geliyor ve görüğü manzaradan çok hoşlanıyor.
Yufkaları bir bir (etip top 2 yufka) tepsiye dizdikten sonra artan K'ya bir tane yumurta kırıp çırpıyoruz ve börek adayının üzerine döküp yayıyoruz. Yol aralarını açıp açıp K'nın oralara oldukça girmesini sağlıyoruz. Sonra tepside- o an pek bir şeye benzemeyen ve aman bu K'yı çekecek mi denen toparlağa susam ve çörekotu serpiyoruz.
Aslında bu noktada tepsinin buzdolabına girip 1 saat kadar beklemesi lazım; fakat Ayduş çok aç olduğundan bunu yapmıyoruz ve önceden ısıttığımız fırına tepsiyi koyuyoruz. Yaklaşık bir yarım saat sonra pişmiş oluyor.
Hmmmm çok güzel kokuyor ve çok açız. Soğumasını beklemeden yiyoruz. Çok tadını alamasak da Ayduş çok beğeniyor. Ertesi sabaha da (fotoğrafta görüldüğü gibi) kalan böreğimizi - ister ısıtarak- afiyetle yiyoruz.
Elimize sağlık...

03 November 2010

Komik olmayın

İyi işler çıkarmak bu kadar zor mu?

http://www.bant.tv/60/?category=&page=1

Yukarıdaki bağlantı ve uzantıları, Bant dergisinin 60. sayısında "yer bulamayıp da kıyamayıp da" internet sitesinde yer verdikleri. İyi olmak bu kadar zor mu? Orijinal olmak bu kadar zor mu? Yoksa buraya gönderilen işlerin hepsi 3 dakikalık tuvalet molalarında, sigara molalarında oluşturulmuş şeyler mi? Hobi olarak takılıp, çizdiklerini yakın çevrelerine bildirirken mi maruz kaldık bu hücuma yoksa buradaki çizimlerin sahipleri bu işi prfesyonel olarak mı yapmayı hedefliyorlar? Ya Bant çok tırt bir dergi ya da önemsemeden "yaptım oldu, olmasa da en önemlisi benim, benden kıymetli değil, göndereyim şu arka cebimdeki işi" insanları dolu olduğundan mecbur kalınmış halde. İlki olmadığına göre ikincisi kesin sebep. Kimse kendini bir şey sanmasın, sanmak isterse de özen göstersin. Beceremediği, kafasını, elini çalıştıramadığı mevzuya da bulaşmasın. Büyük rezaletler ile karşılaşmak istemiyoruz değil mi arkadaşlar ?!

18 October 2010

MANİFESTO II

Savaşa EVET!

20 September 2010

MANİFESTO I

Yeni yöntemleri kullanma

15 July 2010

"KA"+"R"+"S"


Orhan Pamuk'un ilk basımı 2002'de yapılmış romanı Kar'da her şey bir tiyatro sahnesinde geçiyormuş gibi. Belki de Pamuk "Türkiye" arka planında bir bir oyun yazmak istedi. Öyle bir oyun ki Ka (sözde-ana karakter) sadece seyirci... Arada bir sahneye çıkıyor, oyuncular ona görev veriyor kimi zaman ve o da yapıyor. Pasif, kişiliksiz. Tek aklında olan mutluluğu, orada varolmaya çalışan herkesten daha bencil (tıpkı sahneden olabildiğince tatmin olmayı bekleyen izleyici gibi). Basit bir batılı ve Şarkın karmaşasından uzak bir mutluluk arıyor. Aynı zamanda Şark sahnesinde olmaktan da memnun. Hiç de olmamasına rağmen kendini özel hissediyor. Tüm hikaya boyunca tek bir kişinin peşinde; ama komik- ya da ironik olan- ona da ulaşamaması. Zaten Ka sadece durup Kars'ı izliyor. Karslılar ona gelip bir şeyler fısıldıyor, hepsi bu. En nihayetinde, mutsuz, karmaşık batılılığı ile Şark oyununda tutunamadan dönüyor.

Pamuk'un yarattığı Ka kapalı bir karakter. Okuyucuya onu fazla açmıyor, hakkında tek gösterdiği bir kar tanesi, son derece karmaşık ve derin. Okuyucuyu hep Ka ile rahatsız ediyor. Ka sahneye çıktığında okuyucu irkiliyor. Kapalılığı onu tedirgin ediyor. Bir şair olmasına rağmen yazar, Ka'nın hiçbir şiirini vermiyor. Ka yeterince keşfedilemeden kalıyor.

Pamuk çizdiği Şark sahnesi bol bol, büyük büyük Türkiye eleştirisi yapıypr kimi konularda. Başta Ermeniler: Kars'tan kaçan Ermeniler, bıraktıkları, gitmenin ardından şehrin ne hane geldiği, Türklerin bir Ermeni şehrini nasıl kullandıkları... Türk sol hareketi, sol yazar ve tavırları... Halktan uzak entellektüeller (kendisi çok mu yakın ya da Kar ile bir yandan kendisini de mi eleştiriyor)... 80 darbesi, hatta tüm askeri darbeler, askerin oynadığı oyun, MİT'in insanları fişlemesi, takibi, işkence, toplu gözaltları, suçlu/ suçsuz gammazlamalar... Her hareketten payını alan Kürtler... Türban, İslamcılar, tarikatlar, şeyhler...

Pamuk tüm eleştirileri ve göndermeleri ile solu küçümsüyor, 60- 70 dönemlerinde yapılan başkaldırıları kötücül amaçlar olarak nitelendiriyor, hiçbir değer biçmiyor. Kuşağın savrulup gittiğini ve alabildiğine tutarsızlaştığını söylüyor. Onun gözünce- mi bilmiyorum- İslamcılar tutarlı, harika, sorunsuz, mazlum davaları haklı. Onlardan başka herkes haksız ve anlamsız. Ama Turgut Bey diyor ki bir yandan "mazlumların çoğu haksızdır".

Fazla fazla Türkiye'yi anlatıyor Pamuk ama alışıklığın çok uzağında bir gözden.

Not: Lacivert+ Kadife=> Blue Velvet

09 July 2010

Yakın Geçme!

Rumeli Feneri'nden bir kare. Üçüncü köprü inadı sürerken gemiler de karşı duruyor projeye, "YAKIN GEÇME" diyerek. Duyana duyrulur...

17 June 2010

Viyana Filarmoni Orkestrası


Viyana Filarmoni Orkestrası merkezi Avrupa'da bulunan ve dünyanın en ünlü orkestralarından biri olarak bilinen senfonik müzik topluluğudur. 1842 yılında ünlü besteci Otto Nicolai tarafından kurulmuştur ve tamamen bağımsız bir yapıya sahip olduğundan tüm yönetimsel kararlar 12 orkestra üyesinden oluşan bir komisyon tarafından demokratik bir şekilde verilmektedir.

Orkestra Viyana'da bulunan Musikvereinsaal'da düzenli olarak konser vermektedir.

Viyana Filarmoni Orkestrası sanatçıları Viyana Devlet Opera Orkestrası bünyesinde 3 yıllık bir deneme süresi sonrasında orkestraya seçilebilmektedir. Viyana Devlet Opera Orkestra'sı yaz tatilinde olduğunda İsviçre'nin Salzburg kentine giderek Salzburg festivalinin omurgasını oluşturur.

Orkestranın 1933'ten bu yana daimi bir şefi yoktur, fakat şimdiye kadar Kubelik, Karajan, Furthwangler, Toscanini, Maazel, Gardiner, Previn, Ormandy ve Bernstein gibi çok ünlü konuk şefler tarafından yönetilmiştir.

Eserlerin sergilenişi sırasında çıkarılan seslerin diğer orkestralarınkilerden çok daha farklı olmasının sebepleri arasında diğer orkestralarda kullanılmayan müzik aletlerinin Viyana Filarmoni Orkestrası Sanatçıları tarafından kullanılması ve Altın Salon'un efsanevi akustik özelliklerinin bulunması sayılabilir.

Birçok kaynağa göre Viyana Filarmoni Orkestrası çok gelenekçi bir orkestradır ve şimdiye kadar aralarına kadınları, uzakdoğuluları ve siyah ve sarı derili olanları almada oldukça muhafazakar davranmışlardır.

Viyana Filarmoni Orkestrası 2010 İstanbul Müzik Festivali kapsamında Riccardo Muti yönetiminde Sütlüce'de bulunan Haliç Kongre Merkezi'nde bir konser verecektir.

Dip Not: Senfoni ard arda gelen seslerin uyumu anlamına gelen bir sözcüktür. Filarmoni ise senfoni olmayan olarak bilinir fakat aslında bu genelin düştüğü bir yanılgıdır. Filarmoni de aslında senfoni ile çok yakın anlamlıdır ve armoni sever demektir. Eğer bir şehirde bir senfoni orkestrası varsa aynı şehirde kurulacak olan yeni orkestranın ilk orkestra ile karışmaması için -genelde- yeni orkestra filarmoni orkestrası olarak isimlendirilir.

01 April 2010

Kısa ve güçlü

Einstein denklemler, teoriler için ne kadar kısa olur ve basit görünürlerse o kadar güçlü olur der. O çığır açan E=mc^2 denklemi de bunun kanıtıdır aslında. Dönüp dolaştığım, herkesin alıntı yaptığı ve konularında büyük yer edinen makalelere bakıyorum da hiç de öyle uzun uzadıya yazılmış, sayfalarda boğuşulan tipten olmadıklarını görüyorum. Örnek 1: Dellnitz et., Cycling Chaos (3 sayfa). Örnek 2: Guckenheimer& Holmes, Structual Stable Heteroclinic Cycles (4 sayfa).
O üzerine kitaplar yazılan oyun teorisi de bir kaç satırdı yanılmıyorsam.
Nihai sonuç: Net olmak lazım.

17 January 2010

Fiddler On The Roof



Tablo büyük Marc Chagall'ın The Fiddler isimli 1912- 1913 yıllarına ait çalışması...

Fiddler on the Roof, bir asırı geçen serüveni ile zaman geçse de eskimeyeceğini her izlenişte nasıl da vurguluyor; hem de hiç iddialı tavırlara girmeden. 1894 yılında yayımlanmış olan Sholem Aleichem'in kaleme aldığı Tevye and his Dougters and other stories isimli kitabından uyarlanmıştır. Sütçü Tevye ve kızları etrafında geçen öykü, kendi kabuğundan çıkmayan fakir bir yahudi köyündeki yaşamı ve ne kadar istemese de dışarıda olan bitenden nasıl etkilendiğini anlatıyor.
İlk defa 1905 yılında sahnelenmiş olan müzikal 1964 yılında Broadway'de gösterilmiştir ve 10 yıl boyunca da sahneden inmemiştir. Sayısız ödülü olan mizikalin Broadway'e aktarılmasında Chagall'ın dekar çalışmalarının etkisi büyüktür. 1971 ylında Norman Jewison kamerasından sinemaya son derece başarılı bir şekilde aktarılmış ve Broadway'de kazandığı şöhreti kirletmemiştir.
Gelenek, din, aile, tecrit gibi pek çok konuyu işleyen film birini anlatırken bir diğerini hiç de unutmuyor. İlk yarısı eğlenceli olmak ile birlikte mevsimlerin bahardan kışa doğru geçmesiyle acı bir sonla hikayesini tamamlıyor. Dans eden kızların neşesiyle başlayayıp çamurlara batıp çakarak göç etmeye zorlana insanların hüznü le bitiyor.
Tarif etmeye sözlerin kifayetsiz, sayfaların yetersiz kalacağı filme "dolu dolu geçen 181 dakika" gibilerinden yaftalar yakıştırmak hiç de yerinde değil. Arkasında edebiyet geçmişi ve kocaman bir sahne serüveni olan film eminim ki bunlardan da ziyadesiyle beslenmiştir ve görülüyor ki bu onu oldukça zenginleştirmiş. Esik gedik hiçbir şey yok ne yönetmende ne kurguda ne de oyuncularda... Müzikleri ile efsaneleşen yapımın pek çok sanatçıyı etkilediği kesin.
Hikayenin, her zaman şapkalarını takan Yahudiler için sonlanmadığı aşikar. Gelenekler yıkıldıkça, dünya akıl almaz hızla değiştikçe kabuğunda kimselerin sakin sakin, etkilenmeden duramayacağını çalarak müziğini sürdürüyor Damdaki Kemancı...