Pages

19 December 2009

31 October 2009

Oscar Wilde - Dorian Gray'in Portresi


Oscar Wilde'ın bu romanı insanı dehşete düşürecek biçimde bir bireyin -Dorian Gray'in- ahlaki çöküşünü konu alıyor.

Ressam Basil Hallward güzelliğinden etkilendiği Dorian Gray'in bir portresini yapar. Ressamın evinde Lord Henry Wotton ile tanışan genç Dorian, Lord Henry'nin hayattaki en önemli şeyin "güzellik" olduğu görüşüne inanır ve kendisinin değil de portresinin yaşlanmasını diler. İşlenen günahlar, yapılan yanlışlar artık Dorian Gray için değildir. Günahların acısını portre çeker, yanlışların cezasını portre görür..

Roman baştan sona kadar ağır bir dille anlatılırken, konudaki bütünlük okuyucunun romandan hiçbir zaman kopmamasını sağlıyor. Romanın kurgusu bize Oscar Wilde'ın ne kadar zeki bir yazar olduğunu kanıtlıyor adeta.

Romanda geçen kişiler hakkında ise Oscar Wilde'ın yorumu şöyle: "Basil Hallward, benim olduğumu sandığım kişidir; Lord Henry dünyanın benim olduğumu sandığı kişidir; Dorian ise benim olmak istediğim kişidir -belki başka bir çağda..."

Kitap yazıldığı dönemde içerdiği ahlak dışı öğeler yüzünden büyük tepki görmüş. Wilde ise, ahlaki bir sonu olsa da sanatın aslında ahlakdışı olduğunu savunmuş ve herkesin Dorian Gray'de kendi günahını göreceğini vurgulamıştır.

Kitaptan çarpıcı bir cümle ile sonlandırayım:

"Gençliğimi geri getirmek için her şeyi yaparım; sabahları erken kalkmak, egzersiz yapmak ve namuslu bir vatandaş olmak dışında, her şeyi." - Lord Henry

15 October 2009

Raramente


non posso capire

14 October 2009

11.B


11.B ANTREPO 3

İstanbul 10. Bienalinde oladuğu gibi yine sanatın ne kadar politik ve toplumsal işlev yüklenebileceğini gösteriyor bize, 11.B. Hatta bunu, sanatın- özellikle plastik sanatın- kendileri için işlevsiz ve anlamsız kaldığını savunanlara inat yapıyor. Zemine dağıtılmış "Türkiye Raporu", "Sola dön- Turn left" baskıları, nasıl mesajlar ulaştırılabilieceğini dillendiriyor, Antrepoya adımımızı attığımız gibi. 52. Venedik Bianeli'nde de yer bulmuş "DON'T COMPLAIN" inletiyor beynimizi.

İstanbul'a 39 yıl sonra uğrayan Yüksel Arslan'ın da aralarında bulunduğu "emek- sömürge- kapital"e haykıran sanatçılar "turn left" vurgulaması yapıyorlar. "Kalendiye" mülteci kapları ile "Lübnan iç savaşından siyasi afişler" yıllardır süren savaş ve oluşan kamplar hakkında düşündürüyor. Çatışma belirtilerinin kronolojik olarak izlenebilmesi, siyasi partilerin yok oluşu yaratılan demokrasi boşluğunun nasıl radikaller tarafından doldurulduğunun somut ve çarpıcı göstergesiydi. "Nükleer bomba sığınağı" ise silahlanmanın çarpıcı işiydi.

Kadının yerini "ibretüma" , "bilinmeyen sporlar" ile gözler önüne sererken feminist duruşunu da sergiliyor. Öte yandan kadın- emek ilişkisini vurgulamadan da geçmiyor.

"Erörist kabare" kapitalizmin yatalarını, arzular, silahı, devrimcileri, sanatçıları, imgeleri tiye alıyor.

Antrepo 3, görsel şölen, konu yoğunluğu ile ziyaretçilerini bekliyor. Politik ve toplumsal yaklaşımı ile herkese açık olduğunu söylüyor ve düşünmeye çağırıyor. Böyle iken kim sanatın işlevsiz olduğunu söyleyebilir?


11.B TÜTÜN DEPOSU

WHW politik görüşünü bir kez daha gösteriyor, özellikle tütün deposu vidyoları ile.

Sanatın işlevi insanların zihnini kurcalamak, onları olay, olgu, gerçeklik hakkında sorgulamaya çağırmak olmalıdır- ki bence kesinlikle böyledir. Ama sanak asla "empoze" yoluna gitmemelidir. Sanatın görevi öğretmek değil, göstermektir.

Bu açıdan bakıldığında İstanbul Bienali'nin siyasi anlamda öğretici olup olmadığını izleyecilere sormak düşündürücü; bir o kadar da rahatsız edici. Kendini sadece politik yapıtları ile ön plana çıkarmaya çalışan bir sergi görüyoruz. Toplumi kadın, yaşam, hepsi hikayede kalıyorİ kendini egale ediyor ve de kendi ile çelişiyor belki de (eğer sözlerimizi bir adım ilerletecek olursak).

Sanat iğnedir, şırınga değil. Özgür sanat şırında olaya kalkarsa, özgür değil faşist sanat olur.

not: Vyacheslav Akhunov' un 1m^2 sini geçmemek gerekli...

11.B FERİKÖY RUM İLKÖĞRETİM OKULU

2002 yılında kapanmış olan rum okulu ile sonlanan bienal dizisi... "Kağıttan kadınlar"ın kadınsı hali, "İdeal medya" ile sallanan sıralar eşiliğinde medya, "Freud'a saygı" ile kimlik sorgusu...

11.B insan neyle yaşar sorusunu ararken seçtiği yöntem bize izleyiciye gerçekten soru için ışık tutabiliyor mu? Ama kimi kimi iğnelediği kesin.

10 October 2009

William Blake - The Tiger


Tiger, tiger, burning bright
In the forests of the night,
What immortal hand or eye
Could frame thy fearful symmetry?

In what distant deeps or skies
Burnt the fire of thine eyes?
On what wings dare he aspire?
What the hand dare seize the fire?

And what shoulder and what art
Could twist the sinews of thy heart?
And when thy heart began to beat,
What dread hand and what dread feet?

What the hammer? what the chain?
In what furnace was thy brain?
What the anvil? What dread grasp
Dare its deadly terrors clasp?

When the stars threw down their spears,
And water'd heaven with their tears,
Did He smile His work to see?
Did He who made the lamb make thee?

Tiger, tiger, burning bright
In the forests of the night,
What immortal hand or eye
Dare frame thy fearful symmetry?

06 September 2009

Bursa - Tarihi Teleferik


Hayatımdaki değişik tecrübelerden birini de dün Elif'i Bursa'da ziyarete gittiğimde yaşadım. Elif bu zamana kadarki söylemlerimden artık rahatsız olmuş olmalı ki beni Uludağ'a çıkartmayı teklif etti :) Ben biraz korkarak da olsa bu teklifini geri çevirmedim.

Teleferik ile gideceğimiz yer Uludağ'da oteller bölgesine 10 kilometre uzaklıktaki Sarıalan mevkiiydi. Gidiş - dönüşü 12 lira olan biletlerimizi aldıktan sonra 40 dakikada bir gelen teleferik kabinini beklemeye başladık. Teleferik kabini geldiğinde gözlerime inanamadım. Tek kabin 3 küsür ton ve tekabülü yaklaşık 35 kişi ile yukarıya çıkacaktı. Kabinin içerinde Arap çoğunluklu bir turist topluluğu gözüme çarptı. 8 dakikalık ilk seferden sonra 1235 m rakımdaki Kadıyayla'ya geldik ve burada beklemeden bir 8 dakikalık sefer daha yapıp varış yerimiz olan Sarıalan'a geldik. Neden bilmiyorum fakat Sarıalan'ı daha hareketli bekliyordum açıkçası. Vardığımızda istasyonda sadece 2 - 3 hediyelik eşya satan dükkan ile bir restoran ile karşılaştım. Sarıalan'dan oteller bölgesine geçmek isteyenler istasyonun hemen çıkışından kalkan dolmuşlara binebilirler.

Sarıalan'da ufak çaplı bir gezinti sırasında birçok kendin pişir - kendin ye mangal restoranı dikkatimizi çekti. Dostlarla gelinebilecek güzel yerler buraları. Çevrede kamp için bungalov evler ve çadır alanların da olduğunu belirtmekte fayda var. Milli parkta ilk önce kendimize oturacak bir çam dibi bulduk ve oturup yeni aldığımız "la cucina italiana" dergimizi karıştırmaya başladık. Seneye yapacağımız bir düzine yemeği kararlaştırırken aynı zamanda da dinlenmiş olduk.

Teleferiğe yeniden geri dönecek olursak bu 4817 metrelik tarihi teleferik hattı projesinin üstleniciliğini İsveç'li Von Roll firması yapmış ve teleferik sistemi ilk defa 1963 yılında kullanılmaya başlanmış. Okuduğum kaynaklara göre de hattın oteller bölgesine uzaması söz konusu imiş. Eğer bu proje gerçekleşirse Bursa dünyanın en uzun teleferik hattına sahip olacakmış.

Kısacası "tamam.. Bursa en iyi.." olacakmış. Teşekkürler Elif :)