Pages

17 April 2011

BéLA TARR: Bir Sinema Atölyesi (Bölüm I)

Aslında Béla Tarr hakkında bir şeyler söyleyebilmek, onun filmleri üzerine konuşmak için bir filmini izlemek ve söyleşisini dinlemiş olmak yetersiz. Çünkü Béla Tarr ne yapmak istediğini bilmiş ve bunları sıra ile yapmış bir sinemacı. Kendisi de filmlerinin bir sırası olduğunu ve anlatmak istedikleri için birlikte bir halka oluşturduklarını söylüyor. Bu oldukça önemli; çünkü O bir "sinemanın felsefecisi" olarak anılıyor ve bir felsefecinin anlattıkları anlayabilmek için de kitabını baştan okumak gerekiyor.
Béla Tarr'ın son filmi olan Torino Atı (2011) gösterimi için 30. İFF vesilesiyle İstanbul'daydı. Kensidinin kesinlikle reddettiği bir sinema "workshop"unu söyleşiye dönüştürdü; çünkü onun için sinema öğretilmez, öğrenilir. İşte bu iki saatlik söyleşiden derleme:

Macar sinemacının ilk deneyimi 16 yaşındayken 8mm'lik bir kamera ile çektiği 20 dakikalık Çingene işçiler üzerine bir belgesel. İşe böyle bir çalışmayla başlamasının sebebi Çingenelerin komünist Macar hükümetine yazdıkları bir mektup. Mektupta işçiler, Macaristan'da yaşamlarını sürdürebilecekleri bir iş bulamadıklarını belirtiyor ve göç edebilmek için izin istiyorlarmış. Fakat Tarr'ı etkileyen sadece mektubun yazılma sebebi değil ama aynı zamanda mektupta kullanılan dil. Tarr'ın söylediğine mektubun dili çarlık Rusya'sında, Çar'a ithafen, eğitimli bir kişi tarafından kaleme alınmışçasına özenli ve kusursuzmuş. Bu ilham Tarr'a ilk denemesini Çingeneler üzerine bir belgesel olarak yaptırıyor.

Üniversiteye gitmek istediğinde ise tüm başvurular reddediliyor ve kendisine verilen cevapta Macaristan'daki hiçbir üniversiteye kabul edilmeyeceği yazıyor. Bunun üzerine 2 yıl boyunca tershanelerde çalışıyor ve 22 yaşında "Family Nest"i çekiyor, Çekimler 5 gün sürüyor.

Béla Tarr amatör işleri ile dikkat çekerken Macar sinema teoricisi Bela Balanz'dan etkilenen genç bir sinemacı gruba katılıyor. Grup olarak tek temel noktaları var: gerçekçilik. Ve Üslupları da saf-i sanat. Tarr kendisini ve ekibi biçimlendiren şeyin dönemin Macar sineması olduğunu vurguluyor. Sahte hikayeler, kötü aktörlerle dolu, gerçeklerden uzak bir sinema anlayışına karşı bir duruş sergilemek ve aslında sinemanın bu şaçmalıklardan başla bir şey olduğunu göstermek istiyorlar. Ekip aynı zamanda dünyanın gidişatını da kabul etmek istemiyor ve filmleriyle bunu kanıksayıp insanlara gösterme çabası içine giriyorlar. Kendileri için bir başka önemli nokta ise her zmaan ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmak. "Çünkü" diyor Tarr "filmlerin bütçesini kendi cebinizden vermiyorsunuz, o paralar başka insanlara ait ve onlara karşı sorumluluğunuz var". İşte bu sorumluluk onları çok sıkı ve ince çalışmaya yöneltiyor.

Béla Tarr'ın dünyayı sinema ile değiştirebileceğine dair inancı ise ilk filmi ile son buluyor. "Bu filmi yaptım ve dünya değişmedi" diye itiraf ediyor konuşma sırasında ama bu itirafı kendine yapabilmesi son derece zor olmuş. Depresif, kötü bir dönem geçirmiş. Sonradan sonurunun sadece sosyolojik olmadığını, ardından sadece mantık olmadığını ve sorunun dünyada olduğunu görmüş. Bunu da son filmi Torino Atı'nda anlattığını söylüyor.

Tüm bu "dünyasal sorun"a rağmen filmlerinde olduğu iddaa edilen umutsuzluğu reddediyor. Hatta bu kelimeden dahi hoşlanmıyor. Diyor ki "Umutsuzluğu göstermek için film yapmadım. Eğer umutsuz olsaydım kendimi asardım, film yapmazdım. Oysa filmlerimde geleceğe dönük iyimserlik var. Filmlerle size güç vermek, sizi ayakta tutmak istiyorum." İzleyiciye GİT BİR ŞEYLER YAP mesajını veriyor ve onu kaldırmak istiyor.

Béla Tarr film çekmenin tamamen pratik bir iş olduğunu söylüyor. Elinize kamerayı alıp işe başlamadan, hata yapıp bunlardan ders çıkarmadan film yapılmayacağını söylüyor. "Aydınlatmak istemediğiniz yere ışık vermez, duvarı değil aktörü aydınlatırsınız; çünkü önemli olan duvar değil aktördür."

Tarr'da müzik:
Müzik filmde onun için bir başrol. Aktör, ekan, ruhsal iletişim ne kadar önemliyse müzik de en az o kadar önemli. Almanac of Fall (1984) filminden bu yana Mihaly Vig ile çalışıyor. Birlikte yaptıkları ile çalışmada Tarr'da stüdyoya müzisyen ekip ile birlikte stüdyoya girip sürekli fikrini söylüyormuş. Fakat farketmiş ki kimse onu dinlemiyor ve söylediklerini önemsemiyor. 1 saation sonunda ise oradan ayrılmış. O zamandan beri Vig besteleri yapıyor ardından Tarr besteler üzerine yorum ve film için seçim aşamasına katılıyormuş.

Tarr'da Aktör:
"Oynama, ol." Tarr'ın birlikte çalıştığı aktörlerden isteğini tek şey bu. Aktör seçinde onun ,çin önemli olan film karakteri ile aktörün kişiliğinin uyuşması. Çünkü O'na göre aktör kamera karşısında bir süre sonra çıplak kalıyor ve ne kadar iyi olursa olsun oynayanların Tarr'ın setinde işi yok. Aktörlerine karşı adaletli davranmaya ve onlara güven vermeye dikkat ediyor.

Tarr'da Stil:
Eldeki imkanların farkında olmanın çok önemli olduğunu söylüyor. Sinematografın da sınırları var ve neler yapabileceğini bilmek gerekli, diye ekliyor. Tarr, 1990 yılından bu yana görüntü yönetmeni (sinematograf) Fred Kelemen ile birlikte çalışıyor ve 21 senenin neredeyse bir evlilikten daha kötü olduğunu söylüyor. Fred Kelemen ile iyi işleri çıkarıyorlar; çünkü birbirlerini anlıyorlar ve sınırlarını biliyorlar. Sette despot olduğunu itiraf ediyor. Mekan seçimlerini sadece kendisi yapıyor. Orada uzun saatler geçirdiğini, sahneleri, ışığı hayal ettiğini, akötürn nereden gireceğini, nerede hangi sözleri sarf edeceğini tek tek kuruyor. Ardından ekibe dönüp bu böyledir diyor ve kurduğu şeylerin dışına çıkılmasını kabul etmiyor. Buna rağmen üstüne basarak vurguladığı filmin bir ekip işi olduğu ve hiçbir zaman "benim filmim" değil "bizim filmimiz" dediği. Ekipteki herkesin birbirini dürtmesi gerektiğini söylüyor; çünkü "film yapmak birlikte ilerleyen bir iştir" diyor, "önemsiz olduğu düşünülen gardolaptan aktörlere kıyafetlerini veren çocuğun tavrı tüm gübü belirleyebilir".